18 Temmuz 2018 Çarşamba

DALYAN- DATÇA

Gezip gördükçe anlıyoruz ki, Güney Ege tam bir cennet. Muğla' nın yüz ölçümünün bir hayli geniş olması sebebiyle, tek tatilde her yeri görmek pek mümkün olmuyor. Bu sebeple, belirli noktaları belirleyip, diğerlerini sonraki tatillere bırakmak şart. 

Bu seneki (2016) rotamızı, İstanbul- Dalyan- Akyaka- Datça- Bodrum- İstanbul olarak belirliyoruz.

DALYAN

İstanbul’dan hareketle ilk hedefimiz Dalyan:)

Dalyan, Muğla’ nın Ortaca ilçesine bağlı, Köyceğiz gölünün kenarına kurulmuş bir tatil beldesi. Dalyan’ a girdiğiniz anda sakinlik sizi ele geçiriyor. İlk görüşte minik bir sahil kasabası deyip geçsek de,  vakit geçirdikten sonra Dalyan’ a bayılıyoruz.  


Otelimizin bahçesi
İlk iş eşyalarımızı otelimize bırakıp Dalyan’ ı keşfe çıkıyoruz. Beldede ilk göze çarpan, tıpkı bizim otelimizde de olduğu gibi, mülk sahiplerinin villalarını butik otele çevirmesi. 

Otelden aldığımız tavsiye ile karnımızı doyurmak ve biraz etrafı gezmek üzere Üç Kardeşler Pamukkale Pide Salonu' na gidiyoruz. Mütevazi bu mekanda lezzetli pidemizi yeyip, göl kenarına doğru yola koyuluyoruz. Pide nasıldı derseniz, bulunmayacak bir lezzet sunmasa da hızlıca yeyip kalkmak için ideal.

Dalyan' da göle sıfır konumda sıralanmış restoranlar, çay bahçeleri ve yürüyüş yolları doğayı en güzel şekilde özümsemenizi sağlıyor. 



Gölün karşı kıyısında ise beldeye etkileyicilik katan Kaunos Kral Mezarları bulunuyor ve görkemli yapısı sayesinde mezarlar başrolü kapıyor. 





Mezarlar, ne kadar yüksekte olursa, tanrıya o kadar yakın olunacağına inanılarak yapılmış. Beldenin nerdeyse her noktasından görülebilen mezarların, gece ışıklandırılmış haliyle hem etkileyici hem de bir o kadar ürkütücü durduğunu itiraf edeyim:)


Göl boyu yürüyüp Kaunos Çay bahçesine ulaşıyoruz. Adı çay bahçesi olsa da bira vs. alkollü içecekleri de mevcut. Bu mekanda karşımıza kral mezarlarını alıp, göle karşı oturarak yol yorgunluğumuzu atıyoruz. 



Akşam için ise yine göl kenarında bir restoranda meze konseptli akşam yemeğimizi yiyoruz. Dalyanın mavi yengeci meşhur. Ama bizim gittiğimiz dönem av yasağı olduğundan tatma imkanımız olmadı.

Dalyan’ ın gecesinde ne yapılır derseniz. Sahilde Jazzbar adında bir mekan var. Bizim tatil ritüelimiz caz dinlemek olduğundan yemekten sonra kendimizi buraya atıyoruz, ancak mekanda yapılan müziğin caz ile ilgisi yok. Çıkan grup bayağı rock çalıyordu ama çok da güzel çalıyordu. Çok keyifli, sıcak bir mekan. Geceyi sonlandırmadan önce uğrayıp bir şeyler içebilirsiniz.

Dalyandaki ilk günümüzü bu şekilde noktalıyoruz. Gecenin sabahında Dalyan’ ı dünkünden daha çok severek uyanıyoruz. Dalyana 1 gece 1,5 gün ayırdığımızdan ötürü otelde hızlıca kahvaltı yapıp otelden ayrılmayı ve İztuzu’ nu görüp, rotaya devam etmeyi planlıyoruz. 

Dalyandan İztuzu plajına tekne dolmuşlarla ulaşmak mümkün ve karadan gitmektense tekne ile ulaşmak bence en keyiflisi. Bizim gittiğimiz dönem gidiş- dönüş bilet fiyatı 10 TL’ ydi. Bileti atmamak gerekiyor zira dönüşte de aynı bileti kullanıyorsunuz. 

Sazlıkların arasından gidilen yolda, caretta mı arayalım sahil tarafına mı kral mezarlarına mı bakalım derken yarım saatlik yol çabucak bitiyor.



Yaklaşık yarım saatlik tekne yolculuğundan sonra İztuzu plajına ulaşıyoruz. Bu plajın en önemli özelliği caretta carettaların üreme alanı olması. Caretta carettaların her yıl Mayıs ayından Eylül ayına kadar yumurta bırakmaları devam ettiği için plaj 20:00’ dan sabah 08:00’ a kadar kullanılamıyor. Ama şansızlık ki caretta carettalara rastlamıyoruz.

İztuzu plajı Ege’ nin diğer popüler plajlarının aksine tıklım tıkış şezlongların olduğu bir plaj değil, geniş uzun sahilde rahatlıkla kendinize yaşam alanı sağlayabileceğiniz bir şemsiye ve şezlong bulabilirsiniz. İngiliz Times gazetesinin bu plajı Avrupa’ nın en iyi açık alanı olarak belirtmiş olduğunu okumuştum.  Gerçekten çok geniş bir kumsal.



Bu bölgede eskiden Dalaman Çayının yanına kurulu bir liman şehri varmış. Ancak büyük bir deprem sonucunda çay yatağını değiştirmiş ve çay olmayınca deniz kumlarını kıyıya sürüklemiş. Zamanla biriken kumlar İztuzu plajını oluşturmuş. Plajın bir tarafı deniz suyu bir tarafı ise tatlı su. 

Deniz hafif dalgasına rağmen muhteşem renginden bir şey kaybetmeden karşılıyor bizi. Denizden doyunca tekrar tekne ile Dalyan merkeze geri dönüyoruz. Dalyandan ayrılmadan önce bölgenin meşhur buz gibi nar suyundan içmeyi de ihmal etmiyoruz tabi ki. 

Sözüm o ki; Dalyan’ ı sevmemek pek mümkün değil. Kendine has bir hali var, popüler yerler gibi kirlenmiş değil. 

Tatil programımızda Dalyan’ a ayırdığımız vaktin bu kadar olması sebebiyle yola koyuluyoruz, ancak vaktiniz varsa Kaunos Antik Kenti ve tekne gezisi keyifli olabileceği gibi çamur banyosu da değişik bir aktivite olabilir.

YUVARLAK ÇAY

Dalyandan ayrılıp, fotoğraflardan görüp bayıldığımız Yuvarlak Çay’ a doğru yola çıkıyoruz. Yuvarlak Çay’ a, meşakkatli bir yol ile tırmanıyoruz. Arabamızı park edip, vadiye ulaştığımızda yazın kavurucu sıcağından serin bir dünyaya ulaşıyoruz. 

İlk tavsiye edebileceğim husus kesinlikle Pazar günü ziyaret edilmemesi gerektiği, zira şahsım adına tecrübe etmiş bulunuyorum ki adım atılacak yer olmuyor. Ve kalabalıkta bu doğa harikası yere karşı ani duygu değişimleri yaşıyoruz. İlk başta oooo çok güzel deyip, ayy aman bu muymuş hadi gidelim diyerek noktalıyoruz hislerimizi. 

Şöyle ki, buranın tandırı meşhurmuş. Biz de Yeşil Vadi Restaurant’ ta tandır yemeye inanarak gelmemize rağmen, kalabalık üzerine ne oturacak yer bulabiliyoruz ne de atmosferden  keyif alabiliyoruz. 

Tavsiyemi yaptıktan sonra biraz ne göreceğinizi anlatayım. Kalp hastalığı olanların girmemesi tavsiye edilen buz gibi bir su, bu suyun üzerine kurulmuş ahşap seyir yerleri ve bu suya doğru havalandığınız Muğla’ nın en meşhur salıncaklarından biri. Tecrübe ettiğim üzere suyun soğukluğu kesinlikle abartı değil, ayağımı sokmamla çekmem bir oldu diyebilirim. Bahsettiğim kalabalığı hatırlayınca salıncak önünde kuyruk olması da şarşırtıcı gelmemiştir. 


AKYAKA

Böylece karnımızı doyuramadan Yuvarlak Çay’ dan ayrılarak Akyaka’ ya yöneliyoruz. Akyaka’ ya girdiğimiz anda bizi Azmak nehri karşılıyor. Sağda yazlık evler solda Azmak ve restoranlar yüzümüzü güldürüyor. Daha çok yazlıkçıların yerleşkesi olduğunu gözlemliyoruz. 


Doğa nehir ördek üçlemesi eşliğinde oturup, kahvelerimizi yudumluyoruz. Ama bu şirin yerde denizin Ege’ ye yakışmayacak bulanıklığı bizi biraz hayal kırıklığına uğratıyor.



Akyaka’ dan sonra istikamet Datça. Ancak önce Akçapınar Tostçusuna uğrayıp gözleme ve tost yemeden bölgeden uzaklaşmak olmaz. Akçapınar Tostçusu Muğla’ nın yerlilerinden aldığımız bir tavsiye olmasının yanısıra bayağı da ün salmış bir yer. Ancak nasıl bu kadar ünlü olduğunu anlayamadığımızı belirteyim. Kötü müydü derseniz, değildi. Ama bildiğimiz tost. Atmosfer, okaliptüs ağaçlarının kattığı hava ve tatil kafası herşeyi pek bulunmaz algılatıyor olabilir. Bu arada Akçapınar yolu okaliptüs ağaçları ile kaplı özel bir yol. Burayı görmek için bile uğranabilir. 

DATÇA

Karnımız doyduktan sonra artık Datça’ ya gitme zamanı. Akyaka’ dan Datça’ ya ulaşım uzun ve meşakkatli bir yol gerektiriyor. Datça’ nın yolunun namı meşhurdur bildiğiniz gibi. Yeni yol var dediler, yenisi buysa eskisi nasıldı demekten kendimi alamadım. 

Marmaris Datça yolunda Mavi Pide adında bir pideci var. Hem lezzeti güzel, hem de ördeklerin cirit attığı hoş bir mekan. Yemek ve mola önerisi isterseniz tavsiye ederim. 

Vee Datça’ ya varışımız akşam oluyor. Otelimize yerleşip kendimizi Datça sokaklarına atıyoruz. Datça ilk etapta orta direk aile tatil yeri olarak göze çarpıyor. Denizinin muhteşemliğini anlatmaya gerek yoktur diye düşünüyorum. Şehir içi marinada suya bakıp gecenin karanlığında denizin dibini görüp, teknelerin yanından geçen balıkları seçince denizine ilk orda vuruluyoruz. 

Datça, sahil boyu gündüz plaj olan kumlara masalar atılan mekanlarla dolu ki bu benim en sevdiğim konsept. Sahilde yürüyüp ertesi gün yemek yiyeceğimiz mekanı seçiyoruz. Dutdibi Fishmekan’ dan yer ayırtıp denize sıfır bir masayı yarın gece için kapıyoruz. 


Dutdibi fishmekan

Sahil boyu uzanan bu yolda çay bahçeleri, meyhaneler, takıcılar bulabilirsiniz. 

İkinci günümüzü Palamutbükü ve diğer koylara ayırıyoruz. Erkenden yola çıkıp Palamutbükü’ ne ulaşıyoruz. Palamutbükü’ nde sahil boyu kafeler göreceksiniz. Birinde kahvaltımızı yapıyoruz. Ve bu kafenin sahildeki şezlonglarına yerleşiyoruz. Hafif taşlık ama muhteşem bir deniz bizi bekliyor. Denizin rengi, berraklığı bizi bizden alıyor. 

Palamutbükünden ilerleyince Akvaryum koyu bizi karşılıyor. Devam ettiğimizde ise Ovabüküne varıyoruz. Ovabükü’ nün denizi bizi çok etkileyemediğinden burada denize girmedik. 

Ovabükü’ nden ilerlediğimizde ise Hayıtbükü’ ne geliyoruz. Hayıtbükü’ nde daracık bir kumsal var ama çok sevimli ve huzurlu bir yer. Akşama kadar burada yayılıp, keyif yapıyoruz.



Datça koylarını gezdikten sonra akşam yemeği için Dutdibi Fishmekan’ a gidiyoruz. Mekan çok keyifli, sular neredeyse ayaklarımıza ulaşacak noktada. Ama Ege standartlarına göre mezelerini çok başarılı bulmadığımı belirteyim(kötü asla değildi ama bu yörede beklenti yüksek). Lezzetli yemek İstanbul’da da var, bazı anlarda önemli olan atmosfer. Ve buranın atmosferi on numara.



Ertesi sabah soluğu Datça Vineyard & Winery’ de alıyoruz. Burası üzüm bağlarının ortasına kurulmuş bir şarap evi. Kahvaltıdan önce şarap tadımımız pek hoş geçmese de, şaraplarını aç karna dahi çok beğeniyoruz ve birkaç şişe satın almayı da ihmal etmiyoruz. 

Keşke bizim de böyle bağlarımız ve ortasında şarap mahzenimiz olsa diyerekten kahvaltı etmek üzere Eski Datça’ ya doğru yola çıkıyoruz. Eski Datça’ da daha önceden araştırıp bulduğum Mehtap’ ın Yeri’ ne gidiyoruz. Burası aile işletmesi şirin bir yer. Ancak kahvaltının bekleneni verdiğini söyleyemem. 



Eski Datça ise adeta sizi başka bir döneme götürüyor. Burada büyüleyici, film seti tadında bir dünya sizi bekliyor. Can Yücel sokağını da atlamadan itina ile sokaklarını arşınlıyoruz. 








Ve Datça’ da gidilmek istenen noktalar sıralamasında geriye Olive Farm kalıyor. Olive Farm’ da, çeşit çeşit zeytinler, zeytinyağları, hediyelik eşyalarla dolu güzel bir dükkan bulunuyor. Gidip gezilesi hoş bir yer. Ancak fiyatlarını yüksek bulduğumuzu da belirtmeden geçemeyeceğim.

Ertesi gün yola çıkmadan önce şehirdeki Talık plajına girip, Datça- Bodrum feribotu ile Bodrum’ a geçiyoruz. Datça’ dan Bodrum’ a geçecekseniz feribot tercih edebilirsiniz. Böylece virajlı Datça yollarını bypass etmiş oluyorsunuz. Bodrum için birçok gezi yazısı olduğundan Bodrum’ a bu yazımda değinmeyeceğim:)

Bu arada dönüş yolunda Akhisar taraflarında acıkırsanız, şehir içindeki Can Köfte’ yi şiddetle tavsiye ederim. Ben şahsen, bu güzergahtaki ana durağım olarak hafızama kazıdım kendilerini.

5 Kasım 2017 Pazar

KAPADOKYA

Kapadokya, Pers dilinde Güzel Atlar Ülkesi anlamına gelmekteymiş. 

İnsan yaşamının Paleotik döneme kadar uzandığı bu bölge tarih boyunca, Hititlerden Frigyalılara, Perslerden Romalılara birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış. 



Bölgenin  kültürel çeşitliliği merak uyandırırken, coğrafyası  ise büyülüyor. Peri bacalarının bu büyülü atmosfere etkisi şüphesiz. 

Peri bacalarının oluşumundan kısaca bahsedersek; eskiden bir iç deniz olan Kapadokya bölgesinin etrafında bulunan Erciyes, Hasan Dağı ve Güllüdağ yanardağlarında meydana gelen volkanik hareketler bu iç denizin kurumasına sebep olmuş ve dağlardan püsküren lavlar deniz çukuruna birikerek, soğuyup sertleşmiş. Sertleşen katmanın üzerine tekrar lav püskürmesi ve soğuması şeklindeki döngü, yanardağlar sönerek faaliyetlerini durdurana kadar devam etmiş. Yanardağlar söndükten sonra ise, bu kez sertleşmiş lavın üzerinden akan akarsular kayaları aşındırarak derin vadiler oluşturmuş. Bu derin vadilerin yamaç kısımları, değişik yönlerden esen rüzgarın aşındırması nedeniyle dalgalı bir görünüm kazanmış. Rüzgarın aşındırması devam ettikçe bazı bölümler ana parçadan ayrılarak peri bacası dediğimiz oluşumları yaratmış. 

İnsanların peribacalarının içerisinde yaşamaya başlamaları ise, Romalı askerlerden kaçan Hristiyanların dini korumak ve yaymak için bu bölgeye yerleşmesi sonucu ortaya çıkmış. Kayalara oyulan evler ve kiliseler, Hristiyanlar için sığınak vazifesi görmüş ve bölge böylece Hristiyanlığın önemli merkezlerinden biri haline gelmiş. 

Gezme tozma kısmına gelirsek:) Öncelikle verebileceğim en önemli tavsiye şu ki, eğer bölgeye arabasız gelecekseniz, kesinlikle araba kiralamalısınız. Bölgede toplu taşıma yok diyebiliriz. 

Konaklama tavsiyesi isterseniz, Uçhisarı önerebilirim. Konaklama lokasyonunu genişletmek gerekirse, Göreme-Ürgüp- Uçhisar bölgelerinden birinde de konaklayabilirsiniz. Ama Göreme’ de konaklamış biri olarak, bölgeye bir daha daha gitme imkanım olursa Uçhisar bölgesinde kalmayı tercih edeceğimi söyleyebilirim. Peki neden Avanos alternatifinden bahsetmediğime gelirsek; Avanos güzel olmasına çok güzel bir yer ama burada Kapadokyanın otantik atmosferini koklayamadığınızı düşünüyorum. 

Vee gezimize otelimizin bulunduğu Göreme’ den başlıyoruz. Göreme için kayaların oyularak evlere dönüştürüldüğü oteller bölgesi diyebilirim. Adeta peri bacaları ile yaşam alanları iç içe geçmiş durumda. Göreme’ deki yabancı turist popülasyonuna şaşıracaksınız.

Kapadokya’ yı gezmeye başlamak için ideal noktalardan biri Göreme Açık Hava Müzesi. Biz de gezimizin ilk durağını Göreme Açık Hava Müzesi olarak belirliyoruz. Hemen gişeden bir müze kart edinerek, merakla kendimizi turnikelerden içeri atıyoruz.




Göreme Açık Hava Müzesi adı üstünde bir açık hava müzesi. Müzede tam olarak eski bir şehir sergileniyor diyebilirim. Kapadokya bölgesindeki yerleşim yerleri, Hristiyanlığı yaymak için bu bölgeye gelen din adamlarının peri bacalarını oyarak yaşam alanları oluşturması sonucu meydana gelmiş. Düşman tarafından keşfedilip saldırıya maruz kalıncaya kadar yaşanılan bu alanlardan, hayati tehlike söz konusu olduğunda taşınılıyormuş. Göreme Açık Hava müzesi de bu yaşam alanlarından bir tanesi. 



Müzenin içerisinde Rahibeler Manastırı, Elmalı Kilise, Azize Barbara Kilisesi, Yılanlı Kilise, Karanlık Kilise, Azize Catherine Şapeli, Çarıklı Kilise, İskeletli Kilise bulunuyor. Müzeyi bitirdiğimizde etkilendiğimiz her halimizden belli oluyordur. Ama bu muhteşem mirasa karalanan duvar yazılarını ve oyulan freskleri gördüğümüz her seferde içimiz yandı diyebilirim. 



Açık Hava Müzesini bitirip, Avanos’ a doğru yola çıkıyoruz. Avanos’ a girerken taş bir köprüden geçiyoruz. İki arabanın ucuucuna geçebildiği bu taş köprü her iki yöne de ulaşım sağlıyor. Ayrıca ilçenin diğer ucunda ise sadece yaya geçişine açık tahta bir köprü bulunuyor. Tahta köprünün sallaması sebebiyle biraz tedirgin ettiğini söyleyebilirim:)




İlçenin içinden Kızılırmak’ ın geçişi güzel manzaralar sunuyor. Avanos’ un en önemli simgelerinden biri olan seramik yapımında da Kızılırmak' ın kırmızı toprak ve kilinden oluşan çamur kullanılıyormuş.  

Avanos’ a gelmişken Güray Müze’ ye gitmenizi şiddetle tavsiye ederim. Pek hevesle gitmediğimiz müzeye bayıldık diyebilirim. Güray Müze’ de çeşitli devirlere ve aynı zamanda Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine ait seramik ve çömlek eserlerini görebilirsiniz. İnanın eserlerin kronolojisinden modern yaşam gelişimi izlenebiliyor:) Ayrıca, müzenin başka bir bölümünde günümüz seramik sanatçılarının eserleri de mevcut. Hoş bir detay olarak, müzenin atölye kısmında sanatçıların çalışma alanlarını da görebilir, onları çalışırken seyredebilirsiniz. 

Eserleri görmeyi bitirdiğinizde mağaza tarafına yönlendirileceksiniz. Mağaza içerisinde gezerken de müze kısmındaki kadar keyif alacağınızı garanti edebilirim. Bu bölümde yer alan fosforlu eserleri muhakkak görmelisiniz. 



Ayrıca, içeride bir de çömlek yapım atölyesi var. Eğer yapımını merak ediyorsanız, çömlek yapım workshopuna katılarak kendi çömleğinizi kendiniz yapabilirsiniz. Hatta yaptığınız çömleği size kargo ile gönderebiliyorlar. Tabii bunların hiçbiri bilete dahil değil, ek ücretler içeriyor:) Kargo istemiyorum, eserimi(!) yanıma alacağım derseniz de, 2 gün dokunmadan kurutmak şartıyla, bagaja dahi koyarak taşıyabiliyorsunuz. 



Avanos’ u bitirdikten sonra Göreme yolu üzerinde Çavuşin köyünde duraklıyoruz. Çavuşin’ in en etkileyici kısmı eski şehirle yeni şehrin içiçe olması. Durup havasını solumanızı tavsiye ederim. 

Ertesi gün, Uçhisar kalesine doğru yola çıkıyoruz. Kaleye çıkmak için Uçhisar beldesinin içerisinden geçiyorsunuz. Uçhisar tümüyle butik otellerden oluşan bir yerleşim yeri.

Uçhisar Kalesi' nin bazı bloglarda Sagrada Familia ‘ ya benzetildiğini okumuştum. Gerçekten de andırıyor. Kaleye merdiven basamaklarıyla çıkılıyor ve biraz zahmetli olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Kalenin tepesine çıktığınızda, manzara müthiş. Bütün Kapadokya ayaklarınızın altında kalıyor. 



Uçhisar’ a gelmişken Güvercinlik Vadisi’ ni kesinlikle görmelisiniz. Bu manzarayı görüp de etkilenmemek mümkün değil.  Seyir noktasının hemen karşısında Kocabağ şaraplarının satış noktası bulunuyor. 











Uçhisar’ dan ayrılıp Ürgüp’ e doğru yola çıkıyoruz. Ama önce Kapadokya’ nın beni en çok etkileyen kısmı olan köylerine uğruyoruz. Mustafapaşa ve İbrahimpaşa köylerini mutlaka görmelisiniz. 

Köylere hayran kaldıktan sonra Ürgüp’ e ulaşıyoruz. Ürgüp, Göreme gibi turistik bir yer. 

Ürgüp’ te ne yapılır derseniz; Turasan’ da tadım yapıp, şarap alabilirsiniz. 6 şişe ve üstünü adresinize kargo ile gönderebiliyorlar. Turasan’ ın hemen aşağısındaki Asmalı Konak’ ı ziyaret edebilirsiniz. Ardından Temenni Tepesi’ ne çıkıp, Ürgüp’ e bir de kuş bakışı bakıp manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. 







Buralara kadar gelmişken mantı yemeden dönmek istemiyorsanız, tercihinizi Zeytin Cafe’ den yana kullanabilirsiniz. Ürgüp yolu üzerinde park etmiş arabaları görünce meşhur Üçgüzeller peri bacalarına geldiğimizi anlıyoruz. Biz de duraklamayı es geçmiyoruz.

Son günümüzü yer altı şehrine ayırıyoruz. Bu bölgede çok sayıda yer altı şehri bulunsa da, en ünlüleri Derinkuyu ve Kaymaklı. Diğerlerinden daha ünlü olmalarının sebebi, Ihlara yolu üzerinde olmasından mı yoksa tarihi güzelliğinden mi kaynaklandığı meçhul:) Biz daha yakın olan Kaymaklı Yer altı şehrini tercih ediyoruz. Yapımı savunma amaçlı olan bu şehir, 8 kat ve 5000 kişilik bir yaşam kapasiteliymiş. Günümüzde sadece 4 katı gezebiliyoruz. Havalandırma sistemi ve kurgusundan etkilenmemek mümkün değil. Muhakkak görmenizi tavsiye ederim. Enteresan bir deneyim sunacağı garanti diyebilirim. Bu şehirlerde nasıl yaşadıklarına dair empati kurmayı başaramayarak, yer altı şehrinden ayrılıyoruz

Kaymaklı’ dan Ihlara Vadisine yaklaşık 50 dk daha araç kullanmak gerektiğinden, çok istesek de Ihlara Vadisi’ ne zamanımız yetmiyor. 

Vee geri dönerek kaldığımz yerden peri bacalarını keşfetmeye devam ediyoruz. Bu sefer istikametimiz, Paşabağ Vadisi. Paşabağ Vadisinde yürümek gezinin en keyifli kısmıydı diyebilirim. Çünkü burada yürüyüş yolları peribacalarının arasından geçiyor. Ayrıca, şapkalı peri bacalarının en güzel örneklerini burada göreceksiniz. Vadinin sol tarafındaki peri bacaları yaşlı, sağdakiler ise daha genç olanlarıymış. Yıllar geçtikçe soldakiler aşına aşına yok olup, sağdaki bitişik olanlar da aşınarak birbirinden ayrılıp, soldakiler gibi tek peribacası haline geleceklermiş. 





Vadinin girişinden peri bacalarının içerisine oyulan yaşam alanları belli olmuyor. Bunun nedeni ise, evlerini güvenli hale getirmek için görüş açısına ters tarafa girişler koymalarıymış. Bu bölgede dolaşmak çok keyifliydi. Kesinlikle büyüleyici ve görülmeye değer.




Paşabağ Vadisinin az ilerisindeki Zelve Açık Hava Müzesi’ ne doğru yola çıkıyoruz. Zelve Açık Hava Müzesi üç vadiden oluşan uzun bir parkur barındırıyor. Ama yürüdüğünüze değdiğini göreceksiniz. Burada 1952 yılına kadar yaşam olduğunu ve erozyon nedeniyle terk edildiğini öğrenince, şaşkınlığımız bir kat daha artıyor. 



Kapadokya’ da akşamüstü ne mi yapılır? Tabii ki gün batımı izlemek üzere bir vadi bulunur, manzaranın tadı çıkarılır. Kızılçukur gün batımını izlemek için en güzel manzara noktalarından bir tanesi. İsmini renginden alan bu vadide seyir alanları mevcut, şarabınızı içip gün batımının keyfini çıkarabilirsiniz. 








Ve havaalanına giderken Gülşehir yolu üzerindeki Açık Saray’ ı ziyaret ederek gezimizi sonlandırıyoruz. 



Kapadokyanın yeraltı da yer üstü de ayrı gizemler barındırıyor. Tarihsel zenginliğin muhteşem yeryüzü şekilleriyle süslenmesi ile masallardan fırlamış gibi bir coğrafya ortaya çıkıyor. Yanı başımızdaki bu büyülü coğrafyayı mutlaka görün.


22 Ağustos 2017 Salı

FETHİYE- KABAK- KAŞ

FETHİYE


Eşimle birlikte daha önce egenin bazı bölgelerine gitmiş olsak da, her tarafını keşfedebilmek adına kendimize her yaz birkaç yer görebileceğimiz ama bizi çok da fazla yormayacak rotalar oluşturmaya karar verdik. Geçen yaz çıktığımız Dalyan- Akyaka- Datça- Bodrum turunu Muğla’ nın güzelliklerinin farkındalığıyla tamamlayıp, bu yaz için yeni rotamızı belirledik. İstikamet sırasıyla Fethiye, Kabak, Kaş☺


Fethiye’ ye bayıldım, Kabak’ a aşık oldum, Kaş’ a gelince, Kaş’ ın büyüsü yanında Fethiyeninkini unuttum bile diyebilirim☺ Lafı daha fazla dolandırmadan gezimizden bahsetmeye başlıyorum.

İstanbul- Fethiye arası yaklaşık 10 saat sürüyor. İstanbul’ dan gece yarısı çıkarak 11:00’ de Fethiye’ de oluyoruz. Fethiye’ de konaklamanızı seçerken marinaya yakın bölgeleri tercih etmenizi tavsiye ederim. Böylece akşamları arabaya bağımlı kalmadan gezebilirsiniz.

Fethiye denilince ilk akla gelen yerlerden biri tabii ki Ölüdeniz. Bizim de ilk durağımız Ölüdeniz oluyor. Ölüdeniz Fethiye merkeze yaklaşık 15 dakika uzaklıkta. Ovacık Mahallesinden geçtikten sonra Ölüdenizi görmeden önce bizi Belcekız plajı karşılıyor. Belcekız plajı ve Ölüdeniz aynı koy içinde diyebiliriz. Belcekızdan devam ettiğinizde otopark girişi mevcut, Ölüdeniz için aracınızı burada bırakmanız gerekiyor. Ölüdeniz, bana göre tam bir para tuzağı, giriş ücretini hatırlamıyorum ancak iki şezlong bir şemsiye 45 TL ve bu ücrete herhangi bir içecek vs. dahil olmuyor.

Ölüdenizi anlatmam gerekirse, muhteşem bir deniz ve doğayla karşı karşıya kalıyorsunuz ancak tıkış tıkış sıralı şezlonglar ve kalabalık pek keyif vermiyor. Ama gitmeden dönülmemesi gereken yerlerden olduğu için, denizinin ince çakıl olduğu ve ayakları acıtmadığı detayını vermek isterim. Ölüdenizde yüzecekseniz, kesinlikle Blue Lagoon’ a kadar gelmenizi tavsiye ederim. Lagünün sağ tarafı çocuklu ailelere daha fazla hitap ediyor, ama çocuksuz ve bir nebze daha açık deniz severim diyorsanız sol tarafı tercih edin derim.

Eğer yamaç paraşütü hevesiniz varsa, Fethiye bunun için dünyada sayılı yerlerden biriymiş. Muhakkak denmeli. Benim yükseklik korkum denememe elvermese de, tecrübe edenlerin anlatışlarından bile o adrenalini adeta yaşıyorsunuz. Ancak Ölüdeniz’ in üstünden taklalar atarak süzülen paraşütler bir kısım ürkütüyor☺

Geliyoruz bir diğer doğa harikası olan Kelebekler Vadisi’ ne, Kelebekler Vadisinin karadan ulaşımı yok. Sadece deniz yoluyla gidebiliyorsunuz. Nasıl gidebiliriz derseniz; şöyle ki, Ölüdeniz, Kelebekler Vadisi’ ni kapsayan tekne turları olduğu gibi, sadece Kelebekler Vadisine ulaşım sağlayan tekne dolmuşlar da mevcut. Bizim de tercih ettiğimiz tekne dolmuşlar Ölüdeniz’ den kalkıyor ve gidiş dönüş ücreti 20 TL. Saatlerini öğrenip 30 dk.lık yolculukla Kelebekler Vadisi’ ne ulaşabilirsiniz. Kelebekler Vadisi, ölüdenizin birkaç koy yanında kalıyor.


İlk ulaştığımızda, günübirlik gezi tekneleri ile karşılaşıyoruz ve Kelebekler Vadisi’ nin ruhuna tezat oluşturduğu düşüncesiyle hayal kırıklığı yaşasak da, tekneler koydan çekilip, sakinlik ve huzur koyu ele geçirdiğinde vadiye bayılıyoruz.

Kelebekler Vadisi- Denizden Görünüm

Fethiye’ ye gelmişken tekne turu yapmanızı şiddetle tavsiye ederim. Marinada birçok tekne turu standı göreceksiniz. Biz en tenhası, en sessizi vs. ararken minimum 80 kişilik turlar olduğunu görünce yıkıldık. İçlerinden en beğendiğimiz Fulya10 adlı tekne turu oldu. Fethiye Bölgesinde en çok tavsiye edilen Göcek koylarını dolaşan onikiadalar turu. Onikiadalar turunda sizi muhteşem denizlerin beklediğini söylememe gerek yok herhalde. Çok da memnun kaldık. Ayrıca, özel kiralayabileceğiniz tekneler de mevcut, ancak fiyatları turlara göre tabii ki daha yüksek.

Yassıca Adası

Fethiye’ de görülmesi gereken yerlerden biri de Kayaköy. Eskiden Rumların yaşadığı bu köyün sakinleri, mübadele döneminde evlerini terk etmek zorunda kalmış. Senelerin geçmesi ile evler harabeye dönmüş. İnsanın içini acıtan, buruklaştıran hüzünlü bir yer Kayaköy.

Kayaköy’ e gelmişken “Cinbal” a uğramadan sakın dönmeyin. Cinbal "kendin pişir kendin ye" tarzı bir mekan. İçeriye girdiğimiz ilk andan itibaren suratımıza mutluluk ifadesi yayıldı adeta. Ağaçların altına atılmış masalar, inceden bir enstrümantal müzik, yanıbaşınızda mangalınız, lezzetli etler, güleryüzlü servis hepsi birleşince mekandan mutlu ayrılmamak kaçınılmaz.

Yemekten bahsetmişken, Hilmi Restaurant’ a bir akşamınızı ayırarak balık pazarının havasını solumanızı tavsiye ederim. Balık pazarında, balıkçılardan aldığınız balığı oturacağınız restoranda yaptırabiliyorsunuz. Arasıcaklar ve mezeleri ise mekandan almanız mümkün. Zaman zaman çalgıcıların masalara uğraması biraz Kumkapı havası veriyor. Herşey çok lezzetliydi, mutlaka gidilmeli. Bir diğer yemek önerisi ise Grida Restaurant. Akya balığını ilk kez burda tatma fırsatım oldu. Mekanda lezzetler de şahaneydi. Bunların haricinde marinadan ilerlediğinizde birçok denize sıfır balıkçı göreceksiniz. Ayaküstü birşeyler atıştıralım derseniz, Cezayir Usta’ da döner yiyebilirsiniz. Biz gittiğimizde dükkanı kapatmış olduğundan deneyemedik ama çok da merak ettik. Siz denerseniz yorumlarınızı bana buradan yazarsanız sevinirim. Bir de dondurma önerisi vererek, yeme içme faslını kapatıyorum. Merkezde Baba Dondurma’ da dondurma yerseniz, inanın pişman olmayacaksınız.

Fethiye’ de başkaca gezebileceğiniz noktalar ise, Gemile Koyu, Çalış Plajı, Tlos Antik Kenti, Saklıkent Kanyonu ve Gizlikent Şelalesi’ ni sayabiliriz. Saklıkent Kanyonuna kadar gittik ancak sağanak yağmura denk geldiğimizden, sel tehlikesi sebebiyle içeri almıyorlardı. Biz kanyonu göremedik ama fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla gidilip görülmeye değer.

Böylece Fethiye gezimizi noktalıyoruz. Tekrar gidilesi yerlerden biri☺

KABAK KOYU

Fethiye’ de 3 gece konaklayıp, 1 gecemizi ayırdığımız Kabak Koyu’ na doğru yola koyuluyoruz. Kabak Koyu’ na gitmek için Ölüdeniz yolu üzerinden Faralya’ ya gitmeniz gerekiyor. Faralya’ ya giderken Kelebekler Vadisi’ ni bir de tepeden göreceksiniz. Muhakkak durup bir fotoğraf alın derim. Yukarıdan görülen manzaranın şaşaası aşağıdan da fazla.

Kuş bakışı Kelebekler Vadisi

Vee Faralya’ ya ulaşıyoruz. Kabak Koyu’ na arabayla ulaşamıyorsunuz. Faralya’ da arabanızı bırakıp, servislere binmeniz gerekiyor. Faralya köyüne girdikten sonra otopark alanı görsek de, özellikle bize söylendiği gibi köyün en ucuna kadar gidiyoruz. Artık araç girişi yapılmayan noktaya geldiğimizde, sağ tarafta durak, sol tarafta otopark görüp, artık aracı bırakma vakti geldiğini anlıyoruz. Aracımızı burada bırakıp yanımıza bir günlük eşyalarımızı alarak, bizi koya ulaştıracak minibüse yerleşiyoruz.

Bu ana kadar her şey çok güzel, keyfimiz yerinde ve duyduklarımızın bizde bıraktığı izlerle Kabak’ tan beklentimiz bir hayli yüksek. Ve o minibüsün hareket etmesiyle daracık uçurum kenarlı bir yoldan yokuş aşağı kaptırıyoruz. “Herhalde şoför alışıktır bu yolu inip çıkmaya” diye iç rahatlatma çabaları, “bu yolun bir de çıkışı var” diye düşünerek girilen stresler ile yaklaşık 15 dk süren bol hoplamalı bir yolculukla Kabak’ a ulaşıyoruz. İndiğimde ön koltuğu sıkmanın verdiği ellerdeki acıma hissini de belirteyim de yolun vahametini bir nebze açıklamaya faydası olsun.

İşte Kabak Koyuna geldik. Otele ulaşmamızla birlikte az önce çekilen yolun eziyetini unutmamız bir oluyor. Bozulup kalabalıklaşmadan, bir gece kalarak buranın tadını çıkarmanızı gönülden, içten, dolu dolu (artık nasıl en etkilisi ise) tavsiye ederim.


Koyda birkaç konaklama alternatifi var. Biz denize en yakın olan Chakra Beach Kabak’ ta kaldık. Bungalovların mimarisine ve çalışanlarına bayıldık.



Kabak’ ta vaktimizi nasıl geçirdiğimize gelirsek, bizim vaktimiz kısıtlı olduğundan yakınında bulunan üç koya gitmeye karar verdik. Bu koylara sürat teknesi kiralayarak gidebiliyorsunuz. Motor size mini tur yaptırıyor. Eğer Kabak’ a gidip de bu koyları görmezseniz çok yazık. Zira bir gün önce Göcek koylarında denize girmiş biri olarak, onlar Marmara bu Maldivler denizi deyip durumu abartıp abartıp anlata anlata bitiremeyebilirim. Bu arada onikiadalar turunda gittiğimiz Göcek koylarının denizi de muhteşemdi haksızlık etmeyelim.

Tekne bizi sırasıyla Korsan Koyu, Soğuksu ve Cennet Koyuna götürdü. En acayip olanı ise Soğuksu. Her koyda, "bu nasıl bir deniz" deyip, gördüğü renge şaşırır mı insan. Bitmeyen bir şaşkınlık duygusu yaşadım:) Gördüğüm en muhteşem sularda (Palamutbükü’ ne asla haksızlık etmek istemem. Datça’ nın suları da bir başka. ) keyifli zamanlar geçirdikten sonra tekne sizi geri Kabak Koyu’ na bırakıyor. Kabak koyundaki deniz o bölge için sıradan kaldığından denize girip girmemek arasında gidip geliyorsunuz.

Soğuksu

Kabak’ta gece ne yapılır? Biz ay ışığı altında oturup sohbet etmeyi seçtik. Ancak biraz yukarıda canlı müzik yapan yerler de varmış. Sadece cırcır böceklerinin sesi, kapkaranlık olmasına rağmen ay ve yıldızların aydınlattığı ve bayağı da aydınlık bir gökyüzü ve önünüzde deniz. Ortamın ne kadar huzurlu olduğunu anlatmaya kelimelerim yetersiz kalıyor.


Ertesi gün kahvaltıdan sonra Kaş’ a hareket etmemiz gerekiyor ancak huzurlu ortamı bırakıp gitmek içimizden gelmiyor. Bir daha gelmek üzere, aklımız Kabak’ ta kala kala yine o feci yoldan Faralya’ ya çıkıyoruz. Ama değiyor mu kesinlikle değiyor. Manevi bir duygum olmayan başka bir lokasyondan içim bu kadar buruk ayrıldığımı inanın hatırlamıyorum. Bizi Faralya’ ya çıkaran minibüs arkası yazısında dediği gibi “Keşke her şey Kabak tadı verse” ☺☺

KAŞ

Kabak’ tan Kaş’ a gitmek üzere yola koyuluyoruz. Yolumuzun üzerinde Saklıkent Kanyonu’ na uğramak istiyoruz ancak yukarıda bahsettiğim gibi sel tehlikesi sebebiyle kapalı olunca, Patara plajını hedef alıyoruz. Patara göz alabildiğinde uzun ve geniş bir kumsal. Bu kadar uzununu görmemiştim. Ne kadar doğru bilemiyorum ama eski çöl filmleri burada çekiliyormuş. Hafif dalgalı yumuşacık kumu olan bir deniz. Geçerken uğrayıp, inanılmaz keyif aldık. Patarayı sevmemizde akşamüstü gitmemizin ve yoğun kalabalığa denk gelmemizin de etkisi olduğu şüphesiz. Patara aynı zamanda caretta carettaların yumurtlama alanı ve sıkı koruma altında.

Ve nihayet son durağımız olan Kaş’ a ulaşıyoruz. Kaş sokakları arasında sanki Avrupada dolaşıyormuşuz gibi hissediyoruz. Akşamında daha önce tavsiye aldığımız Mavikaş adlı tekne turu firmasını buluyoruz. Mavikaş marinada yer alan tur standlarından farklı olarak Uzunçarşı tarafında. Kaş turlarının en önerileni Kekova turu. Kekova turları, Üçağızlardan kalkıyor. Tur şirketi sizi otobüsle Üçağızlara getiriyor ve burada tekneye aktarma yapıyorsunuz. Kesinlikle gidilmesi gereken bir tur, tavsiye ederim.

Kekova turunda birbirinden güzel sulara girip, Likyalıların yaşadığı yerleri kalıntıları görebiliyosunuz. Ama benim için turun en keyifli noktası Kaleköy durağıydı. Turun son adımında karaya çıkıp dolaşacağınız bir köye geliyorsunuz. Tekneden iner inmez yavru bir caretta caretta bizi karşılıyor. Bu köy sanki filmlerde gördüğümüz İtalya kasabası gibiydi. En sevdiğim yerlerden biri oldu. Rehberimizin söylediğine göre köylülerin arası Likyalılarmış ve Likyalıların genetik özelliklerini taşıyorlarmış. Denemeden döneme diyebileceğim bir tavsiye daha: “i am here” adlı dondurmacıyı bul ve keçi sütünden yapılmış dondurmalarının itinayla tadına bak ve bayıl. Böyle bir lezzet yok.


Kaleköy

Kaş’ ta gidebileceğiniz koylara gelirsek, Hidayet Koyu- Blanca Beach’ i mutkala görün. Kalabalığa kalmadan, erken gitmenizde fayda var.

Küçükçakılda enteresan bir durum var; sıcak su ve soğuk su birbirine karışıyor. Üst taraftan soğuk, alt taraftan sıcak su geçebiliyor. İskelelerden oluşan bu bölgede birsürü beach var. Biz tavsiye üzerine Nur Beach’ e gittik. Ancak pek bana göre bir yer değil.

Büyükçakıl ve Limanağzı bölgelerine ise vakit kalmadığından maalesef gidemedik. Yorum yapamıyorum ama Limanağzı aklımda kalmadı değil. Ben gidip göremesem de, Limanağzı için bana gelen tavsiye Nuri Beach idi.

Vee bir de Kaputaş plajı var tabiki. Kaputaş, Kalkan yolu üzerinde bir plaj. Arabanızı yol kenarında bırakıp, 200’ e yakın basamak inerek denize ulaşabiliyorsunuz. Denizin kendisi yukardan göründüğü kadar muazzam değil. Ancak özellikli bir plaj, fotoğraflarından da göreceğiniz üzere denizin rengi kademeli olarak koyulaşıyor.

Kaputaş Plajı

Kaputaş Plajı

Gelelim en motivasyon konusu olan yeme içme önerilerime. Hep balık balık nereye kadar deyip, Zaika Ocakbaşı’ na gitme çabalarımız, mekanın iki hafta boyunca full olduğunu öğrenmemiz ile birlikte sonuçsuz kalıyor. Siz siz olun Zaika’ ya gitmek isterseniz, bayağı bayağı önceden rezervasyonunuzu yaptırın.

Rakı-meze önerisi Üzüm Kızı. Üzüm Kızı’ nın iki ayrı yeri mevcut. Biri çarşıda bulunan Üzüm Kızı Meyhane, diğeri deniz kenarında Üzüm Kızı Bahçe. Her iki mekanın da konseptleri aynı. Biz Üzüm Kızı Bahçe’ ye gitme fıtsatı bulduk, gayet keyifli bir mekandı.

Biraz konsept değiştirelim derseniz, Bilokma ev yemekleri ağırlıklı bir mekan. Lezzetli ve şirin konseptli bir yer ama gitmeden dönmeyin diyemem.

Ayrıca duyduğum ama deneyip yorumlayamadığım mekanları da şöyle sıralayayım. Bahçe Balık, Ruhi Bey, Serdalaki de muhtemelen mutlu ayrılacağınız lezzetlerle doludur.

Birşeyler içip eğlenmek isterseniz “No11” bazı geceler 90’lar konsepli çalıyor. Hemen Kaş meydanında ise Hideaway adlı bir mekan var, bahçesi oldukça keyifli. BSon olarak tavsiye edebileceğim Bilokmanın karşısında Dejavu adlı barın manzarasını beğeneceksiniz.

Kaş’ ı da bitirdikten sonra, yolumuzun üzerinde Kalkan’ ı da es geçmiyoruz. Kalkan mı daha güzel Kaş mı derken karar veremiyoruz. Ancak, Kalkan’ ın daha çok yabancı turiste hitap ettiği konusunda mutabık kalıyoruz.

Dönüş yolunda Burdur' da yer alan Salda Gölü' ne uğramak üzere, yolumuzu biraz uzatıyoruz. Salda Gölü' nün görüntüsü bizi resmen büyülüyor. Fotoğraflar benim gördüğümü göremediğinden ötürü, burada fotoğraf veremiyorum. Ama suyun görüntüsünün tropik adaları aratmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Bu bölge için verebileceğim en önemli tavsiye, genelde denizler taşlık olduğundan deniz ayakkabınızı yanınızdan ayırmayın.

Vee tatilin sonu… Gördüğümüz güzelliklerin iç huzuru İstanbul’ da bizi ne kadar idare edecek göreceğiz☺